İnsan zihnine bilimsel açıdan felsefik bakabilmek

Anne karnına fetüs olarak tutunduğumuz andan itibaren beynimizin sistemli olarak zaman içinde etrafımızda olup bitenleri fizyolojik ve psikolojik olarak algılamaya başladığı bilinir.

İnsan zihnine bilimsel açıdan felsefik bakabilmek
Editör: adalet.tv
09 Temmuz 2020 - 12:44
Reklam

İnsan zihni üzerine: Bebeklerin anne karnında duyduğunu, hislerinin geliştiğini biliyor muydunuz Duyu organları zaman içinde sürekli gelişim sağlar. Aylar içinde dokunma, tat alma, koklama, işitme ve görme duyusu gelişir. Bunun yanı sıra karakter oluşumu ve psikolojik gelişimininde anne karnında başladığı ve hayatına yön verecek algılama kapasitesinin de bu evreler içinde geliştiği, doğduktan sonra zaman içinde bunları yeteneklerine göre geliştirebileceği, aile tarafından yeterli zaman ve destekle geliştirilmesine yardımcı olunabileceği bilinir. İşte insan beyni doğumdan itibaren büyüdüğü çevre ve diğer etkenler yüzünden zaman içinde farkında olmadan kirlenir. Gereksiz bir sürü düşünce beynimizi, zihnimizi ele geçirir. Biz daha nasıl ve ne olduğunu anlamadan bu kirlenme zaman içinde o kadar normal hale gelir ki; bizler bunun farkında bile olamayız. Arkadaşlarımız, sosyal çevremiz, çalıştığımız insanlar, hatta zaman zaman o çok değer verdiğimizi düşündüğümüz ailemiz dahil, kendi hayatlarıyla, kendi sorunlarıyla o kadar meşgul ve ben merkezli düşünür ki, zihnimizi, beynimizi yorduklarının farkına bile varamazlar.
Ve... İnsan zihni farkına varamadan yorulmuştur. Peki yorulmuş insan zihni ne yapar? Benim psikolojik yada insan beyninin fizyolojik yapısına dair bir eğitimim yok, ancak gözlemlediğim kadarıyla, en başta kendi düşünce ve zihnimden yola çıkarak yorulan insan zihninin bir süre sonra kendini bilerek yada bilmeyerek dış dünya ya kademeli şekilde kapattığını düşünüyorum. Bu kademeli kapatma nasıl oluyor, mümkün mü? Aslında çok basit. Sürekli birilerinin hayatınızda bir şekilde var olan insanların, var olma çabası içinde olan insanların sizinle alakalı olmayan, hatta dikkatinize dair bile olmayan, hayatınızda, beyninizde, algınızda yer vermek istemediğiniz, aslına bakarsanız anlatılan ya da yaşananların çoğunun gözünüzde önemli bile olmadığını düşündüğünüz tanımını bile bulamayıp şeyler dediğim basit, anlamsız yaşanmışlıkları anlattıkları, hatta ve hatta yaşanmamışlıkları yaşanmış gibi anlattıklarının farkında olduğunuzu düşünün. Bu belirli aralıklarla zaman zaman sanki beyni zihni meşgul etmek için sistemli olarak yapılan, günlük yaşanan basit olayları sanki büyük bir olay içinden çıkılamayacak, aşılamayacak sorunlar gibi anlatan insanlara değinmeye bile gerek duymuyorum. İşte bu hayat karmaşasında, dünyaya benim, sizin ve herkesin bir seferliğine geldiği (sefer dedim, çünkü hayat benim gözümde bir yolculuk), bu kısacık zaman diliminde belki farkında olarak, belki de farkında bile olmayarak biz hepimiz aslında ilgilenmediğimiz gerçek anlamda zihnimizde yer bile tutmayan olaylar zincirinin fark bile etmeden bir parçası olup çıkıvermişiz. Hiç kendinize şunu söylediğiniz oluyor mu (!) Kim bu insanlar? Gerçek anlamda kim, karakterime uygun mu? Yaşamak var etmek istediğim hayatın içinde yerleri var mı ya da olmalı mı?
Şahsen ben bir çok kişiye dair bu soruyu yaklaşık son iki yıldır kendime soruyorum?
Aldığım cevaplar beni tatmin etmiyor, yeterli gelmiyor, umarım sizi kendi cevaplarınız tatmin eder. İşte hayatı bu kadar hızlı zamanımızı azalan zamanımızı ziyan ederek yaşıyoruz. Eee o zaman şunu soralım kendimize, hadi iç sesimize kulak verelim.
Bizi zihnimizi bu kadar yorduğunu düşündüğümüz olaylar ya da insanlar neden hayatımızda var, neden onlardan uzaklaşmıyoruz?
Doğru teknik olarak insan beyni mutsuz olduğu yerde kalmak istemez, bulunduğumuz ortamdan, insanlardan uzaklaşmak, yer değiştirmek, yön değiştirmek her zaman iyi gelmiştir. Bazen bir deniz kenarına gidip yalnız bir fincan kahve içerken suyu dinlemek, tek başına müzik dinleyip yürümek, gözlerini kapatıp ılık esen rüzgara kendimizi bırakıp her şeyin rüzgarla birlikte alıp gitmesini dilemek bile zihnimizi biraz olsun olsun atıklardan temizlemeye, sonrasında yine o keşmekeş dediğimiz kaosun içine bilerek ve isteyerek geri döneriz. Artık zihnimiz hazırdır yeniden doldurmak için, atık deposu gibi kullanılmak için. Aslında kendi yaşantımızla uzaktan ya da yakından ilgisi olmasa bile istemediğimiz konu, olay ve yaşananları biriktirmek için.
Yapma, niye yapıyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Tamam yapmayalım. Bırakalım boş verelim, mümkünmüş gibi, mümkün mü? Değil. Kısa ve net mümkün değil. Kimse kendini boş yere kandırmasın mümkün değil. Sebebi de çok açık. İnsan yalnız yaşayamaz. Hayatı ne fizyolojik olarak ne de duygusal olarak tek başına devam ettiremeyen bir varlık çünkü ilgiye, sevgiye, insanlarla bir arada iletişimde olmaya ihtiyacımız var. Bu madde anlamında değil. Her insan isteyen her insan kendine madde anlamında mutlaka bakabilir. Benim bahsettiğim duygusal tamamlanma. Duygusal ihtiyaç sahipleriyiz, tüm insanlar. Yaratılışımızda bu var. Madde olarak tek başına yeterli, yalnız yaşayan bir insan, zaman içinde bu yalnızlıktan sıkılır, çevre, yapılan aktiviteler yeterli gelmez. Bu insanda paylaşımda bulunabileceği bir başka insan zihni ihtiyacı doğurur. İşte o noktada insan zihnini gerçek anlamda açabileceği, ortak paydaşta bulunabileceği başka bir zihin arar. Bu kimi zaman yanılgılarla sonuçlanır, ki çok normal hayat deneyimlenerek öğrenilen uzun süreçte yürünülen bir yoldur. Karşımızdaki insanın beyin ve duygusal zihninin bizi tamamladığını düşündüğümüz anda o kişiyi hayatımıza almaya karar veririz. Yine yanılığımızı düşünmeye, aslında birebir uyuşma olmadığını, genel anlamda konuların, yapılan paylaşımların yüzeysel kaldığını fark ettiğimiz anda mesafe ve zihinsel uzaklaşma başlar. Çoğu insan bu mesafeyi fark etmesine rağmen yaşamaya devam ediyor, hepimiz yapıyoruz. Bu sefer kendimize şunu söyleyelim. Yaşama dair, algılama, zihinsel paylaşım, ortak paydamız bulunmuyorsa, dinleme, konuşma, algılama, temelde mutlu olmasını bilmeyeni ne yapsanız mutlu edemezsiniz, sınırsız imkan sunun, mutlaka mutsuz olmak, mutsuz etmek için bir bahanesi bulunacaktır. Hayata dair gerçek anlamda mutlu olmak istemedikçe, sırtında getirdiği yüklerle birlikte sizi yormak, hayatı eziyet haline getirmekten başka bir işe yaramayacak, zaman içinde içinizi yavaş yavaş kemirip ta ki gerçek benliğinizden bir şey kalmayana kadar zihninizi, duygularınızı sömürecektir. Bırakın, her insan kendi yükünü taşıyabilecek kapasitededir. O yük ona yüklendiyse onunla yaşamayı öğrensin, gelişsin, yükü kişiyi olgunlaştırır. Hazır olanın emek verilmeyenin değeri kısa sürer, zaman içinde edinilen değerli, kıymetli olur. Her insanın yükü kendi zihnine yeterli, başkan insanın zihnine kalbine yük olur. Aynı yere bağlanıyoruz, insan duygusal açıdan başka bir zihne tutunarak yaşayan bir organizma benim nazarımda. İşte tam da bu sebepten temelde bizi yönlendiren yalnız kalma korkumuz yüzünden bazen tahammül sınırına gelen paylaşımlar yaşıyoruz. Biraz da vicdan ve acıma duygusu sanırım, olabilir (!) olmalı ya da olmamalı konusuna benim nazarımda girmeye bile gerek yok. Hayat bütün insanlar için kısa, o zaman neden başka insanları hak etmedikleri halde sırtlanalım. Değer karşılıklı verildiği zaman anlam kazanır. Kişilik yapısına göre değişir elbet. İşte insan zihni tüm bu karmaşanın içinde yorulur, yorulduğumuzu ne etrafımızda var olduğunu düşündüğümüz insanlar, ne hayatımızda bir şekilde var olan kişi, ne aileniz fark eder. Aslında herkes farkındadır. Ama onların farkındalığı değişiklik yaratmaz. Sizin istediğiniz asla mümkün olamayacağını bildiğiniz sihirli bir değnektir...
Bir sihirli değneğim olsa :) bütün dünyayı yirmi dört saatliğine durdururdum. Neden yirmi dört saate sığdıralım ki vaktimiz var, zaman bizimle, bütün insanları, arabaları, aklımıza gelebilecek her şeyi, tüm karmaşayı, herkesi. Bu süre zarfında Çeşme'den Mikanos'a, oradan Toscana'nın kalbi Floransa' ya, piramitlerden, var olduğunu bildiğimiz dünya üzerinde aşk için yaptırılan en muhteşem yapıya Taç Mahal'i, İzlanda'yı kuzey ışıklarını, İskoçya'ya gidip Victorya döneminden kalma şatoları, İspanya'ya gidip bitmeyen kilise La Sagrada Famila'yı, Antoni Gaudi'nin eserlerini, Sakura zamanı Japonya'yı, Roma İmparatorluğu'ndan kalan antik çağ yapıtlarına kadar gezmek isterdim. Unutmayalım sihirli değneğimiz var. :) Bu süreçte sadece ve sadece kendi istediklerimizi yapar, sonrasında kaldığımız yerden devam etmesine izin verirdik. 
Hayata mola vermek mümkün olsaydı keşke. İnsan zihnini beynini yoran olaylar zincirinde teknolojinin hızla ilerlemesi, bu kadar dijital aletin hayatımıza çok kısa sürede girmesi de etkili tabi ki. Biz ülke olarak cep telefonunu 2000'li yılların başında aktif olarak kullanmaya başladık 20 yıl uzun bir süre gibi gelebilir. Ancak değil. Bilgisayarlar, televizyonlar, her şey dijital. İnsan beynini, bedenini kapsamlı olarak kullanmayı bıraktı. Bunun farkında bile değiliz. Kaç kişi gerçek anlamda araştırma yapmak yada yeni şeyler keşfetmek için kullanıyoruz. YAPMIYORUZ. Kendimize yalan söylemeyelim. Bahaneler uydurmayalım. İnsan zihninin, beynini bu kadar yorgun ve gerçek anlamda yeterli seviyede kullanamazken yeni kuşaklara, nesillere ne bırakabiliriz. Yeterli olmayan içi maddiyatla doldurulmuş, karanlık gelecek, evet gelecek karanlık ve bizler bunun farkında değiliz. Toplum olarak çocuklarımıza gerçek anlamda ne veriyoruz, 3 yaşında bir çocuğa baktığımda ailesinin ona verdiklerini incelediğimde (zihinsel olarak), gelecek kaygımın daha da çok arttığını, bu dünyaya neler yaptığımızı fark ediyorum. 
Zihnimizi temiz tutamayız. Kirlenmesine engel olamayız. Ama zaman zaman boşaltabiliriz. Her insan bunu yapabilir. İnternet üzerinde değişik araştırma ve video paylaşımları mevcut tabi, ne derece sağlıklı ve güvenilir o da ayrı bir taştırma konusu olur. İnsan kendisini toplumdan soyutlayamaz. Denedim, olmuyor :) Yüzebiliriz, yüzmek bütün beden kaslarını çalıştıran aynı zamanda zihne de iyi gelen bir aktivite, yüksek sesle müzik dinleyebiliriz, benim konsantrasyonumu artıran bir olaydır. Hayata kontrollü molalar verebiliriz. Ben kitap okumayı sıklıkla yaparım. Hoşuma giden her konuyu okurum. Babamın bana bıraktığı en güzel öğretisi okumayı sevmemdir. Beni rahatlatır. Kim bilir belki sizde yada bir başkasında da işe yarayabilir. Belki de yaramaz. Aslında her insan zihnini farklı rahatlatır. Bazıları kendini tamamen eğlenceye vererek bunu yaptığını düşünür. Tabi o kalabalıklar içinde kendini yalnız hissedip bu konuda kendine bile dürüst davranmaktan kaçıyorsa. Kimi insan uyur, kimi insan yalnız kalır, kimi insan bir dağın başına çıkar kimsenin onu bulamayacağı bir yerde çığlık çığlığa ağlayabilir. Tercih kişiye kalmıştır. Arada her insan zihninde biriktirdiği atıkları fark ettiğinde temizlik zamanı gelmiş demektir. Zaman içinde zihnimde gereksiz olarak gördüğüm hiç bir olayı algılamadığımı, bazen algılasam bile belleğimde kalıcı olarak yer kaplamasına izin vermediğimi fark ettim. Tuhaf gelebilir. Benim hoşuma giden kendi zihnimde oluşan bir gelişme olduğunu fark ettim. Bunu kendimde fark ettiğimde önce nasıl olduğunu anlamaya çalıştım. Beynimin hayatım boyunca ne kadar gereksiz bilgi biriktirdiğini anladım. Sonra kendi içimde yolculuğa çıktım. Kendime şunu dedim. Ayıkla, ne gerek var, taşıma bunları. İnsanları, duyguları, sorumlu olduğunu düşündüğün her şeyi, atın bırakın. Bırakın sahip olan değil, gerçekten layık olanlar zihnimizde yer kaplasın. Giden gitsin, bırakın anlamsız yere zihnimizi meşgul eden her şeyi dışarıda, kapatın kapınızı. Hak eden kişi çalsın kapınızı. 
Ve temiz, duru bir zihinle, sabah güneşin doğuşunu karşılar gibi karşılayın hayatı, görün her gün bizim için yeni bir umut, yeni bir başlangıç, bir adım. Yaz, kış, temiz ya da kirli hava bulduğunuz yerde, kendi şartlarınızla başlayın, yeniden yeniden. 
Anne rahminden ayrılıp, son hücremizin hayatının sonlanacağı ana kadar insan nasıl olursa olsun, nerede olursa olsun bir mucizedir. Beynimizi, zihnimizi temizleyip ayağa kalkalım, hadi şimdi başlayalım, artık vakti geldi. Beklemenin anlamın yok. Anı yakalayalım. Hayat bütün insanlar için kısa. 
Hayat anı yakalamaya değer. Dünya ritmini anlamaya değer...