10972,63%0,15
40,66% 0,17
47,36% -0,19
4443,86% 0,22
7119,76% 0,58
Emekli Cumhuriyet Savcısı / Avukat Bülent Cansu kaleme aldı - Türkiye’de tutuklama kararlarının yıllar içerisindeki değişimi sadece kanun değişiklikleriyle değil, aynı zamanda siyasi iklimin etkisiyle de şekilleniyor. 2002–2025 yılları arasında tutuklu sayılarındaki dalgalanmalar, hukuk sisteminin siyasal yönelimlerden bağımsız olamadığını ortaya koyuyor.
2004-2014 yılları arasında Türkiye, Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin etkisiyle daha özgürlükçü bir yargı pratiği benimsedi. Bu dönemde tutuklama, istisnai bir tedbir olarak değerlendirilmiş ve tutuklu sayıları önemli ölçüde düşmüştü. 2014 yılı sonunda tutuklu sayısı 22.306 ile en düşük seviyelerden birine gerilemişti.
21 Şubat 2014 tarihinde Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesi değiştirilerek tutuklamayı zorlaştırıcı hükümler getirildi. Amaç, sadece “kuvvetli suç şüphesi” ve tutuklamayı zorunlu kılan hâllerde bu tedbire başvurulmasıydı. Ancak bu yasal değişiklik, yargı pratiğinde beklenen sonucu doğurmadı. Uygulamada yargının, hükümetin güvenlik politikalarına paralel hareket ettiği gözlemlendi.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hâl süreci, güvenlik eksenli politikaların yargıya yansımasını hızlandırdı. Bu dönemde tutuklamalarda dramatik bir artış yaşandı. 2015 yılında 25.220 olan tutuklu sayısı, 2016 sonunda 72.641’e yükseldi. Bu, sadece bir yıl içinde yaklaşık %188’lik bir artışı ifade ediyor.
Pandemi sürecinde geçici olarak düşen tutuklama oranları, 2021 sonrasında tekrar artış trendine girdi. 2024 yılı sonu itibarıyla Türkiye’deki toplam tutuklu sayısı 55.224'e ulaştı. Bu artış, yargının tutuklamayı hâlâ bir önleyici tedbirden çok, fiili bir ceza aracı olarak gördüğünü düşündürüyor.
Emekli Cumhuriyet Savcısı ve Avukat Bülent Cansu, Türkiye’deki tutuklama eğilimlerini şöyle değerlendiriyor:
“Yasal düzenlemeler tek başına tutuklama oranlarını belirlemiyor. Asıl belirleyici unsur, siyasi yaklaşım ve yargının bu yaklaşıma uyumudur. Kanunlar tutuklamayı zorlaştırıcı hükümler içerse de, güvenlikçi dönemlerde bu ilkelerin uygulanmadığı, özgürlükçü dönemlerde ise daha etkin uygulandığı dikkat çekiyor.”
Cansu ayrıca, yargılama sürelerinin kısaltılamamasının da tutuklamayı bir ceza gibi uygulanmasına neden olduğunu belirtiyor:
“Bu yaklaşım, sadece hukuk devleti ilkesine zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda yargıya olan toplumsal güveni de ciddi şekilde sarsıyor.”
Yargının bağımsızlığı ve tutuklamanın hukuki çerçevede istisnai bir tedbir olarak uygulanması, demokratik bir hukuk devletinin temel ilkelerindendir. Ancak Türkiye’deki mevcut tablo, tutuklamanın ceza usul hukuku ilkelerine aykırı biçimde yaygınlaştırıldığını ve bu durumun yargıya güveni ciddi biçimde zedelediğini ortaya koyuyor.